16 Mayıs 2009 Cumartesi

Ölüm : Muhteşem Son

Ölüm : Muhteşem Son


” İnsanların çoğunun hayatı öylesine sefil, öylesine önemsizdir ki, öldükleri zaman herhangi bir şey kaybettikleri söylenemez. Bu çeşit kimselerde, değerli bir nitelik taşıyan biricik yan, yani insanlığın genel özellikleri ise, onlar ölseler bile, öteki insanlarda var olmaya devam eder. Devamlılık, bireylerin değil, insanlığın bir özelliğidir. İnsana sonsuz bir hayat verilmiş olsaydı, durmadan yaşayacağı için, en sonunda karakterinin değişmezliği ve sınırlı zekasından ötürü, öyle bir yeksenaklık duygusuna kapılacak ve öyle tiksinecekti ki, sonunda hiçliği tercih etmek zorunda kalacaktı. Bireyin ruh ölümsüzlüğünü istemek, bir yanılgıyı sonsuz olarak tekrarlamayı istemekle birdir. Çünkü aslında her birey, özel bir yanılgı, zavallı bir şey ve varolmaması gereken bir varlıktır. Ve hayatın gerçek amacı, bizi bundan kurtarmaktır. Bunu açıkça gösteren şey, bir çok insanın, hatta bütün insanların, hayal ettikleri bir dünyada olsalar bile, mutluluğa ulaşamayacak bir biçimde yaratılmış olmasıdır. Hayal ettikleri bu dünya, düşkünlük ve acıdan sıyrılmış olsa, cansıkıntısının avucuna düşecekler ve can sıkıntısından kaçabildikleri ölçüde de düşkünlüğe, acılara, sıkıntılara yeniden yöneleceklerdir. Demek ki, insanı daha iyi bir duruma ulaştırmak için, onu daha iyi bir dünyanın içine yerleştirmek yetmez; asıl yapılması gereken iş, onu tepeden tırnağa değiştirmek ve o ana kadar ne ise, artık öyle olmamasını sağlamaktır.Bütün hayat etkinliklerinin sona ermesi, bu etkinliği sürdüren gücün bir yük altında kurtuluşu gibi görünüyor. Ölülerin yüzlerinde görülen o yumuşak durulmuşluk, belki de bunu dile getirmektedir.”

” Köpeğinize bakın: ne kadar uysal, ne kadar uslu değil mi? Bu köpek, yeryüzüne gelene kadar, binlerce köpeğin ölüp gitmesi gerekti. Ama bu binlerce köpeğin ölümü, köpek İdea’sına hiç dokunmadı bile. Bu İdea, onların ölümleri ile kararmadı. Köpeğinizin, sanki bugün dünyaya gelmiş gibi canlı ve diri olması ve hiçbir zaman ölüp gitmeyecek gibi görünmesi bundan ötürüdür. Onun gözlerinde, varlığında taşıdığı ölümsüz ilke yani archeus pırıldamaktadır.

Peki binlerce yıl içinde ölüm neyi ortadan kaldırdı? Ölüm köpeği ortadan kaldırmadı. Çünkü köpek, işte şurada gözlerinizin önünde ve kılına bile dokunulmamış halde duruyor. Ölümün yokettiği şey, bilincimizin güçsüzlüğünün, ancak zaman içinde algılayabildiği biçimi ve gölgesidir onun.”

Hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zamanın gecesi ne kadar uzun! - Arthur Schopenhauer

1.FİZİKSEL ÖLÜM :

Ölüm, kısaca yaşamın sona ermesidir. Yaşam siklusuna göz attığımızda doğumla başlayan bu süreç çocukluk, erişkinlik ve yaşlılık dönemlerinin sonrasında ya doğal sebeplere bağlı olarak veya başka etkenlerin ortaya çıkardığı olaylara bağlı olarak sona ermektedir.
Yapılan araştırmalar dünya da ortalama yılda 50 milyon kişinin öldüğünün göstermektedir. Kalp kökenli hastalıklar, zorlamalı ölümler yani doğal olarak ölümün beklenmediği ancak dışarıdan etkiler ile oluşan cinayetler, kazalar ve intiharlar ile oluşan ölümler aniden beklenmedik bir şekilde hemen meydana gelirken, geri kalan, olgularda ölüm genellikle belli bir sürecin sonrasında ortaya çıkmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün yaptığı bir çalışmada, ölümlerin büyük oranda kronik olarak yani belli bir süreç sonrasında ortaya çıktığı görülmektedir. Son yıllarda yaşam süresinin artışı da kronik ölüm olgularında artışa neden olmuştur.
Ancak son yıllardaki gelişmeler bu klasik yaklaşımın dışında bazı sorunları gündeme getirdiğinden artık ölümü yaşamın sona ermesi olarak tanımlamanın dışında, bazı kavramları ve sınıflamaları da belirlemek gerekmektedir. Ölümü tanımlamadaki sorunlar tıptaki iki temel gelişme sonrası ortaya çıkmıştır.
1. Organ aktarımı işleminin başarılı bir tıp uygulaması olarak tıp etkinliklerinin rutin, sürekli bir uygulaması olarak kabul görmesi,
2. İnsanın yaşamsal işlevlerini yapay olarak sürdürmeyi sağlayan yaşam destek sistemlerinin gelişmiş olarak yaygın kullanımı ve bu sistemlerin etkinliğini arttıran farmakolojik maddelerin, ilaçların her geçen gün artan etkileri
Tüm bunlar ölüm tanımında tartışmaları gündeme getirmiştir. Ölüm kavramını şöyle sınıflayabiliriz.

Part 1 : Somatik ölüm

Bu terim, kanunların somut bir ölüm anı gereksiniminden ortayı çıkmıştır. Hukuk, ölümün meydana geldiği zamanın somut ve net olarak saptanmasını istemektedir. Bu miras olgularında, ceza kanununu ilgilendiren durumlarda önem kazanır. Somatik ölüm, başka bir deyişle vücut ölümü için şu iki kriter temel alınmaktadır.
-Spontan dolaşımın durması
-Spontan solunumun durması
Spontan solunum ve dolaşımın yaklaşık 45 dakika kadar durması beyinde geri dönülemez hasarlar yaratmaktadır. Bunun sonucunda organizma yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirme işlevini yitirmekte ve bu geri dönüşümsüz olaya somatik ölüm ismi verilmektedir. Bu da kanunun kabul ettiği ölüm tanımıdır.

Part 2 : Hücre ölümü

Yaşamın sürdürülmesinde temel gereksimin, hücrelerin oksijen ihtiyacıdır. Oksijen gereksinimi hücre yapısının gelişmişliğiyle doğru orantılıdır. En gelişmiş olan beyindeki ganglionlardaki oksijensizliğiyle doğru orantılıdır. En gelişmiş olan beyindeki ganglionlardaki oksijensizliğe dayanıklılık süresi yaklaşık 34 dakika kadarken, en az gelişmiş olan bağ dokusunda bu süre bir kaç saate uzamaktadır. Görüldüğü gibi vücutta ölüm bir anda değil, adım adım hücrelerin oksijen gereksinimine bağlı olarak bölüm bölüm oluşmaktadır. Oksijene en az gereksinimi olan hücreler en uzun sürede yaşamsal özellikleri yitirmekte ve onların canlılık fonksiyonlarıyla gerçek anlamda ölüm ortaya çıkmaktadır. Biyolojik ölüm olarak ta isimlendirdiğimiz hücre ölümü, özellikle de organ naklinin gündeme gelmesiyle önem kazanmıştır. Somatik ölüm ve hücresel ölüm arasındaki sürede hücreler canlı oldukları için organ transplântasyonu mümkün olmaktadır.

Part 3 : Beyin ölümü

Beyin ölümü terimi, solunum ve dolaşımın devamını sağlayan beyin sapındaki merkezlerin ölümü anlamında kullanılmakta, tüm beyin korteksinin ölümü anlamına gelmemektedir. Beyin ölümü genellikle solunum ve dolaşımın geri dönüşümsüz olarak durmasına bağlı olarak gelişir, Beyin ölümü E.E.G. (Elektro ensefalogram) de düz çizgi olarak görülür. Beyin ölümü ile dönüşümsüz koma aynı kavramlar değildir.
Yüksek düzeyde beyinsel aktivitelerin kaybolduğu hipoksi yani oksijen azlığı, travma ya da zehirlenme gibi durumlarda kişi bitkisel yaşama girer, burada spontan solunum devam edecektir. Ama kişi yıllarca derin komada kalabilir. Halbuki beyin sapında meydana gelen hasarlanmalarda yaşam merkezlerinin kaybıyla solunum ve dolaşım durur. Bu durumda beyin sapındaki geri dönüşümsüz hasarda somatik ölüm meydana gelmektedir. Ama hücresel düzeyde yaşam sürdüğü için organ nakli yapılabilir.

Part 4 : Yalanci ölüm

Bu tip olgular aslında ölüm olmamasına karşın, bazı olgularda solunum hareketlerinin ve kalp atım seslerinin iyice azalmış olduğu durumlarda, acele ve yüzeysel yapılan bir muayene sonrasında bu tip hataların ortaya çıkabildiği görülmektedir. Özellikle savaşlarda ve büyük salgınlarda bu tip yanlışlara rastlanmaktadır. Suda boğulma olguları, elektrik çarpmaları, yeni doğanlarda oksijensizlik gibi durumlarda bu tip yanılgıların oluştuğu görülmektedir. Kaza sonrası şok, narkotik veya barbitürat zehirlenmelerinde yalancı ölüm olgularına rastlanmaktadır. Dolaşım ve solunumun belirlenemediği şüpheli olgularda E.K.G. (Elektrokardiogram) gibi somut bulgu veren yardımcı yöntemler kullanılmalıdır. Bu tip yalancı ölüm olgularında muayenelerin kısa aralıklarla tekrarlanması yanılmaları ortadan kaldıracaktır.

Ölüm meydana geldiğinde mutlaka bir doktor tarafından teşhis edilerek, resmi olarak onaylanması gerekmektedir. Bu her tip ölüm olgusunda yapılması gereken bir işlemdir. Ama ölümleri sınıflarken yukarıda belirtilen ölüm tipleri içerisinde olan doğal ölümler olsun ya da zorlamalı ölümler olsun hepsinde mutlaka ölümün tespiti gerekir.

Ancak zorlamalı ölümlerde yani doğal koşulların dışında, dışarıdan bir etkiyle oluşan cinayet, intihar ve kazalarda bunun mutlaka yapılması gerekir. Gelişmiş ülkelerde her türlü ölüm olgusuna uygulanan otopsi ,bizim ülkemizde ancak kanunların zorlanmasıyla yapılmaktadır. Halbuki gelişmiş ülkelerde yaşam sigortası sisteminin gelişmesinden sonra sigorta şirketler ancak ölüm sebebini kesin bildikleri olgulara ödeme yaptıkları için, bu ülke genelinde ölüm nedenlerinin öğrenilmesi ve sağlık politikalarının buna uygun olarak oluşturulmasını sağlamaktadır. Ayrıca tıbbi uygulama hatalarına bağlı ölüm olgularının aydınlatılmasını sağlamaktadır. Bizde ise ancak zorlamalı olan yani doğal olmayan ölüm olgularında otopsi uygulanmakta, bu uygulamada kanunda belirtilen prosedürlere genellikle uyamamaktadır.
Adli Tıp prosedüründe kanun maddeleri olarak göreceğiniz Ceza Muhakeme Usul Kanunlarına göre otopsiyi savcı nezaretinde birisi patolog yani patoloji ihtisası yapmış hastalıklı doku üzerinde çalışmalar yapan bir uzman ile bir Adli Tıp uzmanı birlikte yapmalıdır. Kanun bu uzmanların bulunamadığı ortamlarda, otopsi olmak üzere iki kısımdan oluşmakta, keşif savcının sorumluluğunda doktor huzurunda yapılırken, otopsi savcı huzurunda doktor tarafından yapılmaktadır.

Ölüm olgularında ilk yapılması gereken, ölümün gerçekten meydana gelip gelmediğinin tespitidir. Buna karar verebilmek için de ölüm bulgularına bakılması ve bunların tespitiyle karar verilmesi gerekir. Ayrıca bu bulgular ölüm zamanı ve ölüm sebebi hakkında yararlı bilgiler verebilir.

Ölümün meydana gelip gelmediğini anlamak için ilk yapılması gereken dolaşım ve solunumun olup olmadığının incelenmesidir. Yasal olarak ölümün gerçekleştiğine karar verecek olan doktor, genellikle olay yerine adli prosedürler ve sistemin yavaş işlemesi yüzünden belli bir zaman geçtikten sonra gelebilmektedir. O yüzden de doktor genellikle ölümden hemen sonra meydana gelen bu bulguların yanı sıra vücuttaki diğer başka değişiklikleri de saptayarak ölüm hakkında bilgi toplamaktadır.

Ölüm sonrası ortaya çıkan bulguların değerlendirilmesi, Adli Tıp açısından büyük önem taşımaktadır. Ölümün nasıl meydana geldiği, ölümün orijini olarak isimlendirdiğimiz intihar, cinayet veya kaza olup olmadığı, ölüm süresinin ne kadar olduğu gibi soruların cevabı ancak ölüm belirtilerinin değerlendirilmesi ile verilebilir. Ölümün hemen sonrasında ortaya çıkan bulgulardan çok, daha sonraki dönemde ortaya çıkan belirtilerin Adli Tıp uzmanı tarafından değerlendirildiği görülmektedir. İlk saatlerde ortaya çıkan belirtiler erken, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan belirtiler ise geç olarak sınıflandırılmaktadır. Erken belirtiler olarak fonksiyonel bulgular ile fiziksel bulgular görülmektedir. Geç belirtiler ise şüpheli ölüm olaylarında daha sıklıkla karşılaşılan bulgulardır. Zaman olarak kesin sınırların verilmesi her ölüm olgusunda, ölen kişinin vücut ağırlığı, ortam ısısı, ölüm şekli gibi birçok değişkene bağlı olduğu için çok doğru olmamakla birlikte ilk saatler yani yaklaşık ilk 3 saat içinde oluşan bulgulara erken, daha sonraki bulgulara ise geç bulgular denmesi klasikleşmiştir.

Daha önce de belirtildiği gibi solunumun ve dolaşımın durması ilk görülen ölüm belirtileridir. Bunlar vücudun fonksiyonları sonucu görülen bulgular olduğu için fonksiyonel bulgular olarak değerlendirilmektedir.

Fonksiyonel bulgular olan dolaşım ve solunumun, durması ile soğuma, su kaybı ve hareketsizlik olarak gruplandırabileceğimiz fiziksel bulgular, ölümün ilk saatlerinde değerlendirilen bulgulardır. Bu erken bulguların belli bir süre sonra tanımlayıcı değerlerini yitirmesi sonucu ölümün saptanması ve tanımlanması için geç bulgular ismini verdiğimiz bulgulara başvurulmaktadır.

Fonksiyonel Bulgular Fiziksel Bulgular
Dolaşımın durması Hareketsizlik
Solunumun durması Soğuma
Reflekslerin kaybı Su kaybı

Ölüm bulgularını değerlendirirken özellikle ilk ölüm anında fonksiyonel bulguların, daha sonra ise fiziksel bulgular olarak tanımlanan soğuma, su kaybı olaylarının değerlendirmesini yapmak gerekmektedir. Hareketsizlik ise zaten ilk olarak göze çarpacak bulgudur.

Ölümün temel kriteri, dolaşım sisteminin geri dönüşümsüz kaybıdır. Bu saptama kalp atımlarının beyin ölümünden sonra bile yapay yöntemlerle dahi olsa devam ederek, dokuları beslemesi göz önüne alındığında doğru bir tanımlamadır. O yüzden ölüm veya yaşam hakkındaki en doğru saptama dolaşım sisteminin değerlendirmesi ile yapılabilir.

Dolaşımın Durması
İlk olarak elle muayene uygulanır. Öncelikle ana damarlarda dolaşım sesinin olup olmadığı, yani nabız aranır. Ana damarlarda arterler üzerinde nabız alınamaması kalbin durması yönünde pozitif bir bulgu olmasına karşın, bazı durumlarda da nabız sesinin alınamadığı hatırlanmalıdır. Kalp atımı bazen çevresel damarlardan alınamayabilir. Çok hafiflemiş olması, acemi biri tarafından aranması bazen bu sonuca yol açabilmektedir. İkinci aşamada ise kalp seslerinin aletle dinlenmesi, yani oskültasyon bulunur. Kalp bölgesindeki tüm odakların dinlenmesi gerekir. Amfizem, şişmanlık gibi göğüs duvarını kalınlaştıran olaylarda ses iletiminin azalacağı, o yüzden seslerin alınımında problemler olabileceği hatırlanmalıdır.

Bazen olay yerinde bunların yapılmasına engel koşullar, örneğin aşırı gürültü söz konusuysa ya da bir tereddüt varsa o zaman çok basit olan Magnus testine başvurulur. Bu test, parmaklardan birisine bir iple bağlayarak yapılır. Bağlanan bölgede soluklaşma, ucunda ise kan birikiminin olması dolaşımın olduğunu gösterir. Ancak en güvenilir sonuç tabii koşullar elverdiği takdirde Elektrokardiogram (E.K.G.) çektirmektir.

Solunumun Durması
İkinci önemli olan bulgu solunumun olup olmadığının araştırılmasıdır. İlk aşamada gözle izleyerek göğüs ve karındaki solunuma bağlı hareketlerin olup olmadığına bakılmalıdır. Yapılacak dikkatlice bir izleme varsa solunum hareketlerinin görülmesini sağlar. Daha güvenilir bir yöntem ise boğaz bölgesine stetoskopun yani oskültasyon aletinin koyularak larinkste solunum seslerinin dinlenmesidir. Çok basit bir yöntem de ayna deneyidir. Ağıza tutularak buğulanmanın tespiti ile solunumun devam ettiği tespit edilebilir. Bu çok basit olmasına karşın, her zaman yararlı olabilen bir deneydir.

Refleks Kaybı:
Ölümden sonra tüm refleksler ortadan kalkar. Hiçbir uyarana cevap alınamaz. Gözde bir pamuk ucunun dokundurulmasıyla refleks olarak kapanan korneal refleks kaybolmuştur. Yine aynı şekilde dokunmayla yapılan faringeal refleksde kaybolmuştur. Tendon refleksi ile hiçbir uyarana cevap alınamaz.

Soğuma
Vücudun soğuması yaşamın sona erdiğini gösteren en önemli bulgulardan birisidir. Normalde ağız içinde vücut sıcaklığı 35.937.2 oC arasındadır. Rektal bölgede ısı ise 0.304 oC daha yüksektir. Normal bir insanda üretilen ve kaybedilen ısı arasında bir denge vardır. Isı kaybı genelde radyasyon, konveksiyon ve buharlaşma ile olur. Ölümle birlikte vücut artık ısı üretmediği için ortam ısısı ile aynı düzeye gelene kadar vücutta soğuma olmaktadır. Aktivite, hastalık, enfeksiyon, ısının absorbsiyonu veya çürüme ölüm sonrası vücut ısısının aynı kalmasına veya artmasına neden olabilmektedir. Uyarıcı ilaç kullanımının örneğin kokain kullanımının benzer etkiye sahip olduğu düşünülmektedir.

Sıcaklık ölçümündeki amaç ölüm zamanını tespittir. Ölmeden önceki sıcaklık bilinmediğinden, normal insan ısısı kriter alınarak ölçümden çıkan ısı ile karşılaştırılır. Bu sıcaklık bazı durumlarda değişken olabilir. Şok, kardiak yetmezlik olayları sonucu ölümlerde düşük, beyin kanamaları, ısı çarpması ile septisemide ısı yüksek olmaktadır.

Su Kaybı:
Vücut ölümün başlamasıyla su kaybına uğrar. Bu durum özellikle parşümen plağı olarak isimlendirilen, ölümden sonra travmaya maruz kalan kişilerde oluşan lezyonların saptanmasında önem taşır. Çünkü bu tip olaylarda travmanın olduğu yerde, dıştan ekimoz olduğu izlenimini veren ancak hemen altında soluk renkli bir alan şeklinde görülen parşümen plağı bulunur. Ayrıca skrotum gibi bölgelerde de ölümden hemen sonra su kaybına bağlı benzer renk değişiklikleri görülür.

Ölümden hemen sonra ortaya çıkan bulgularda ayrıca şunlarda gözlenir:
- Tüm reflekslerin ortadan kalkması,
- Gözlerde değişiklikler,
- Deri elastisitesinin ve yarı saydamlığını kaybı.
- Tüm refleksler ortadan kalkmıştır. Hiçbir uyarana cevap verilmemektedir. Korneal ve faringeal refleksler kaybolmuştur. Tendon refleksi ve diğer tüm uyaranlara cevap alınmaz.
Kaslardaki ölümden hemen sonra ortaya çıkan gevşeme sonucunda kişi ancak dışarıdan yardım ile oturur veya dik durumda kalabilir. Herhangi bir desteğin olmadığı durumlarda kişi yere yığılacaktır.
Gözde kornea refleksi kaybolur ve göz küresi yumuşar, kornea bulanıklaşır. Pupillalar genellikle dilate (genişleme) olur ama ölü sertliği oluşunca küçüleceğinden pupillerin durumu ölümün teşhisinde için iyi bir kriter oluşturmaz.
Deride kan dolaşımının olmadığını gösteren ışık geçirgenliğinin azalması, parmak arası bölgenin incelenmesi ile ortaya konur.

Ölümün Geç Belirtileri :
Ölümün geç belirtilerini ise ilk 3 saatten sonra ortaya çıkan belirtiler olarak tanımlayabiliriz. Bunlar ölü lekeleri, ölü sertlikleri ve çürümedir. Bazı yazarlar ölü sıkışmasını (kadaverik spazm) 4.belirti olarak saymaktaysa da bunun ölü sertliğinin değişik bir formu olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.

Ölü Lekeleri :
Ölü lekelerini, ölümden sonra yerçekimi etkisiyle kişinin yatış pozisyonuna uygun olarak kanın damarlardan deri altına geçmesi ve deri altı bölgesini boyaması olarak tanımlayabiliriz.
Ölümden sonra dolaşımın durması sonucu pıhtılaşmama özelliğini yitirmiş kan, yerçekimi etkisi ile vücudun alt bölgelerinde toplanmaktadır. Deri altı kapillerlerine toplanan bu kan, hemoglobinin indirgenmesine bağlı olarak deride renk değişikliklerine yol açar. Bu normalde mavi ile mor arası bir renktir. İndirgenmiş hemoglobin miktarı ile direkt ilişkili olarak renk değişikliği gözlenir. Hemoglobin miktarı ne kadar azsa, o kadar kısıtlı bölgede ölü lekeleri gelişecektir. Antemortem yani kişi yaşarken kan kaybı olmuşsa ve hemoglobinin total miktarı aşırı derecede azalmışsa, ölü lekeleri çok daha az miktarda gelişecektir.
Bazı özel durumlarda ise tipik renk değişiklikleri görülür. Örneğin siyanür zehirlenmelerinde parlak pembe renk, karbon monoksit zehirlenmelerinde kiraz kırmızısı renk, methemoglobinemide ise çukulata kahverengi renk oluşur. Ceset donma derecelerinde ise mormavi renkten parlak pembe renge kadar değişebilen renklenme görülür.

Ölü lekelerinin vücutta görülebileceği yerler, cesedin bulunduğu pozisyona bağlı olarak değişiklik gösterir. Genellikle ölümden sonra kişiler sırt üstü pozisyonda bulunduklarından ölü lekeleri sırtta, bacakların arka taraflarında ve ensede gelişir. Cesedin yer ile temas eden bölgelerinde basıdan dolayı kan gelmeyeceği için ölü lekeleri oluşmaz. Bazı durumlarda bunun önemi olabilir. Elbiselerin izi, ölünün üzerinden alınmış bir eşyanın izi gibi durumu aydınlatmada yardımcı faktör olabilir. Bu durum elle ya da bağla boğma olaylarında, ayırıcı tanı açısından önemli olabilecek bir ayrıntıdır.

Yüzükoyun pozisyonda ölü lekeleri göğüs ön yüzünde, bacakların ön yüzlerinde ve yüzde görülecektir.
Ası da ise tipik olarak ayaklarda, ellerde ve genital organlarda görülecektir. Suda boğulmalar da ise ceset genellikle yüzü aşağı bakar durumda olduğundan gövde ön yüzünde ve ekstremitelerin distalinde (uç) kısımlarında şiddetli olacaktır. İç organlarda da ölü lekeleri görülecektir. Bu da bazen yanlış tanıya neden olmaktadır. Örneğin akciğerlerde pnömoni, midede ise irritan madde yanığı ile karıştırmamak için dikkatli olunmalıdır. Eğer şüpheli bir durum varsa mutlaka histolojik tetkik yapılarak tanı kesinleştirilmelidir.
Ölü lekelerinin ortalama ölümden bir kaç saat sonra başladığı ve yaklaşık 12 saatte maksimum düzeye çıktığı görülmektedir.

Ölüm sonrası dönemde, ölü lekeleri gelişmeden ceset hareket ettirilirse, ölü lekeleri yeni duruma göre gelişecektir. Bu geliştikten sonra cesedin pozisyonu değiştirilse bile kan, damarlar içerisinde fikse olacağından ölü lekelerinin pozisyonunda çok fazla bir değişiklik olmayacaktır.
Bu bulgular eğer ölüde ortaya çıkan ölü lekeleri pozisyonu ile orantılı değilse, o zaman ölünün post mortem dönemde, yani öldükten sonra hareket ettirildiğinden şüphelenilmelidir.

Ölü Sertliği :
Ölü sertliği ölümden sonraki birkaç saat içinde ortaya çıkan kaslarda görülen sertleşmedir. Bu duruma rigor mortis ismi verilmektedir. Rigor mortis ölümden sonra ortaya çıkan, istemli ve istemsiz kasların tümünde gözlenen katılaşmadır.

Ölüm ile birlikte sinir sisteminin etkisini yitirmesiyle kaslarda bir gevşeme olur. Bu döneme primer flassisite denir. Ortalama olarak 34 saat kadar süren bu dönemi takiben ölü sertliği başlar. Bu dönem 2436 saat kadar sürer ve çürümenin başlamasıyla kaslarda tekrar bir gevşeme ile sonlanır. Bu kaslardaki ikinci yumuşamaya, sekonder flastisite ismi verilmektedir. Burada verilen süreler ortalama sürelerdir. Bunları etkileyebilecek bir çok faktör olduğu ve bunların da değişebileceği unutulmamalıdır.

Ölü sertliği tamamen gelişince eklemler fikse olur. Ölüm anındaki pozisyon böylece saklanmış olur. Ölü sertliği tamamen gelişmeden ceset hareket ettirilirse, ölü sertliği ölünün son durumuna göre gelişecektir.
Ölü sertliğinin sürdüğü dönemde, dışarıdan kuvvet uygulanarak eklemlerin pozisyonları değiştirilebilir. Buna ölü sertliğinin kırılması ismi verilmektedir. Bu olaydan sonra eğer ölü sertliği oluşumunu tamamlamış, uzun bir süre geçmişse, o zaman ölü sertliği bir daha gelişmemektedir. Tüm kaslar benzer derecede etkilendiği halde, ölü sertliği küçük kütleli kaslarda, büyük kütleli kaslara göre daha önce oluşmaktadır. Ölü sertliğinin gelişmesi sırasında, kaslar bulundukları pozisyonda sert duruma geçerler. Kısalma veya kütlesinde bir azalma meydana gelmemektedir.

Ölü sertliğinin başlangıcı esasen ölümden hemen sonraysa da, genellikle 16 saatlik bir süreçte kendini gösterir; 624 saatte en yüksek düzeyine ulaşmakta ve 1236 saat veya daha uzun sürede çürümenin başlamasıyla sona ermektedir. Sürelerdeki farklılık kişilerin vücut yapısı, ölümün meydana geliş sebebi, ortam ısısı, kişinin ölmeden önce enerji harcayan bir eylem içinde olup olmadığı gibi birçok değişkenin ölü sertliğini etkilemesinden dolayıdır. Gençlerde, yaşlılarda ve düşük kas kütlesine sahip olanlarda ölü sertliği hemen oluşmakta ve çabuk çözünmektedir.
Ölü sertliği benzeri durumlar şunlardır:
1. Ölü sıkışması (kadaverik spazm),
2. Isıya bağlı sertlik,
3. Donmaya bağlı sertlik.

Ölü sıkışması:

Genellikle sadece bir grup kasta görülür. Somatik ölümü takiben primer yumuşama oluşmasına rağmen bazı kaslarda spazm devam eder. Bu spazm, ölü sertliği döneminde de devam eder ve sekonder yumuşama yani çürümenin başlaması ile çözülür.

Ölü sıkışması genellikle ellerde görülür. Ölüm anında elde bulunan cisim sıkıca tutulmuş olarak kalır. Bazen ölü sertliği döneminden önce ele bir cisim koyup, dışarıdan bağlayarak sertlik ile birlikte cismin elde kalması için uğraşılabilir. Bu mümkündür. Fakat pratik bir kural olarak cesedin elinde bulunan cismin ölümden önce de elinde olduğu kabul edilmektedir.

Ölü sıkışması şu gibi durumlarda görülebilir.
1. Bazı intihar olgularında intihar eden kişinin elinde silah veya bıçak olabilir.
2. Suda boğulma olgularında, kişinin yosun veya benzeri maddeleri elinde tuttuğu görülmektedir.
3. Dağda veya açık arazide meydana gelen ölüm olgularında kişinin elinde dal, çalı ve ot parçaları bulunabilir.
4. Cinayet olgularında saldırganın elbiseleri, saçları veya benzeri şeyler öldürülen kişinin ellerinde olabilir.
Ölü sıkışması bazı olgularda tüm vücutta da gelişebilmektedir.

Isıya bağlı sertlik: Kasların yüksek ısıya maruz kalmaları, onların sertleşmelerine neden olur. Bu durum ölü sertliğinden bağımsız olarak gelişir ve ancak çürüme ile çözülür. Isının etkisi ile kaslarda belirgin bir kısalma olur. Eğer tüm vücut yanarsa, pugilistik pozisyon denilen eklemlerin gerilmesine bağlı olarak gelişen durum ortaya çıkar.

onmaya bağlı sertleşme: Çevre sıcaklığının donma için yeterli olması gerekir. Kaslarda sertleşme görülmekte ve ölü sertliğine benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu tip olgularda vücut aşırı derecede soğuktur. Eklemler hareket ettirilince, eklem içi sıvısının (sinovyal sıvının) donması nedeniyle elle muayenede çıtırtı hissedilir. Donma çözüldükten sonra ölü sertliği olağan şekle dönüşür.

Hiç yorum yok: