16 Mayıs 2009 Cumartesi

Psikopatlık


Psikopatolojik suç düşüncesi, hastalıklı ruhsal yaşamın tezahürlerinin özel görünüş noktaları altında suçun mütalaa edilmesidir. Psikopatoloji kelimesi, ruhsal yaşam üzerine bütün hastalık ve anormallikleri kapsayıcı anlamda mütalaa edilmelidir. Psikopatolojik suç düşüncesi bu yüzden, suçu ruhi hastalıklar ve ruhsal anormallikler yanından anlamaya teşebbüs eder..Psikopat kavramı ile bedeni hastalığa dayanmayan anormal karakterli davranış anlaşılır.

Psikopat suçlu, burada esas alınan dayanak noktasına göre, aynı zamanda öncelikle gerçek psikopat tiplerle sınırlanmalıdır, belirli kişilik tipleri ile özellikle Schneider’in on tipi ile ilgilidir. Suçlu psikopatların belirli gruplama içina sokulması kolay değildir. Suç politikasının önemli sorusu, psikopatlara ceza hukukunda nasıl muamele edileceğidir. Bu, ceza hukukunun tartışmasız en önemli problemlerine dahildir. Alman psikiyatrist Kurt Schneider, 1928’de yayınladığı “Psikopatolojik Kişilikler” kitabında, klinik tecrübesinden hareketle on psikopat tipi tasvir etti. Schneider, psikopat kişilikleri anormalliklerini çeken veya anormallikleri altında topluma çektiren, anormal kişilikler olarak tanımlanmıştı. Anormal kişilikler olarak psikopatların, kişilik anormallikleri dolayısıyla çok yada az her yaşan durumda, bütün ilişkiler altında iç veya dış çatışmalara gelmek zorunda olduklarını da açıklamıştı. Schneider’e göre psikopatik kişilik gelişir. Bu gelişmeyi, bir yandan büyümenin bir ürünü ve doğan yapının yayılması ve diğer yandan geniş anlamda yaşananlar ve kader olarak anlamıştı. Yapı ve yaşanan çevre bu yüzden kişilik açılımı için önemlidir. Schneider, yapıdan, kişiliğin biraz birlikte aldığı, onun gelişimine biraz avans verilmişleri anlamıştı. Bu birlikte alınanlar veya avans verilenler psikopatlarda üstündürler. Şüphesiz anormallerde yapıya uygun olarak şekle sokulabilir olabilir. Schneider, psikopat kavramının anormal kişilikle değiştirilmesini önermiştir. Sonunda, psikopatı tıbbi teşhisin istismarına ve suçluyu psikopat olarak damgalamaya karşı uyarmıştır. Diğer bir psikopat tanımı, Amerikalı psikologlar William ve Joan McCord (1956) tarafından önerildi: “Psikopat, asosyal, saldırgan, yüksek heyecanlı bir kişidir; onda kusur duygusu hiç yoktur yada az gelişmiştir ve devam eden duygu ilişkilerini diğer insanlarla bağlayarak yapmaya muktedir değildir.” McCord’lar psikopatı, nevrotikten ayırt eder; nevrotik, psikopatın tam aksine, korku ve kusur duygusunun baskısı altındadır, sevgi bağlantılarına girebilir ve düşmanlığın altında ezilir. Şüphesiz, duygularını dışa vuran bir nevrotiker, iç çatışmalarını sosyal sapıcı ve suçlu davranışlarla çözen kişiliktir. Psikopatdan fark duygularını dışa vuran nevrotiğin kronik iç çatışmalarını hissetmesi ve kusur duygusuna sahip olabilmesinde bulunur. Psikopat hiçbir kusur duygusu geliştiremez, çünkü o, mutad anlamda bir vicdana sahip değildir. Tekerrüre eğilimleri ile ayırt edilen suçluların en tehlikeli kısmı, esaslı olarak psikopatlardan çıkmaktadırlar

Psikopataloji, kriminolojide önemli rol oynamıştır. Özellikle mahkemelerdeki psikiyatrik bilirkişi uygulamasında kuvvetli bir ağırlık işgal eder. Yapısal psikopati, kalıtımsal yüke dayandırılır. Ruh, duygu, dürtü ve irade anormalliklerinde sonucu ortaya koyar. Suçlu psikopatolojisi, suçlu kişilikleri klinik hastalık durumlarının şekline göre analiz eder.

Stumpfl, yaptığı araştırmada; bir defa suç işlemiş 166 failin 24’ü, yani %14,5’unun psikopatlığına karşılık; 195 mükerrir failin 140’ında, yüksek, zayıf veya kararsız olmak üzere %72’sinin psikopat olduğunu bulmuştu. Çoğu kararsız, soğuk veya yüksekti (hipertim). Onun araştırmaları özellikle esaslı olmuştu; psikopatlık sonucuna, mükerrirlik gerçeğinden değil, aksine ağır karakter bozukluklarından varıldığını kuvvetle vurgulamıştı.

Benzer sonuçlar, Belçika ve Danimarka’da da ortaya çıktı. Freys araştırmalarında mükerrir suçluluğun, psikopatlık içinde temel bulduğunu ispata çalıştı. 160 araştırmada, 1936-1949 yıllarında Basel’de mahkûm olan gençlerdi. Onalardan %57,5 kesin psikopat ve %25’i sınır hallerdi. Bunlardan 75’i uzun süre takip edildi ve 10’u psikopatik ve hastalıklı idi. Kuşkusuz erken suçluluk, mükerrirlik ve psikopatlık arasında çok sıkı bir ilişki mevcuttur.

Psikopatlığın kalıtımsallığı, bugün de aile ve evlatlık çalışmalarıyla ispat edilmeye teşebbüs edilmektedir. (Fini Schulsinger 1977); aynı zamanda Kurt Schneider (1958), psikopatlığın ailevi ortaya çıktığına dair psikopatik bir yapının bir delili için değerlendirilemezliğine dikkat çekmiştir; çünkü, suçlu ebeveyn ve akrabalarda suçlu çevrenin etkisi altında olarak değerlendirilebilirler. Bu yüzden, psikopati, fizyolojik öğrenme özürlülüğü olarak mütalaa edilir.

Kriminolojik psikopatolojiye birkaç önemli itiraz ileri sürülmüştür: Psikopatlık kesin olmayan bir tasvirdir. ABD’de cezaevinde bulunanlar içinde psikopatların oranı % 3’den % 45’e kadar ulaşmaktadır. Çeşitli araştırmalara göre, psikopatların oranı %40 ve %100 arasınsa ortaya çıkmaktadır. Nüfustaki psikopat oranı ise belli değildir. Psikopati tasvirinin açık olmaması, bu kavramın yüksek farklı taslaklara dayanmasına ve çok çeşitli tanımlanmasına dayanmaktadır. Psikopatlık kavramının anormal kişilik tasviri vasıtasıyla değiştirilmesi açıklık kazanmaz. Psikopatlık tasviri, bir yüksek sübjektif ve değersiz kılıcı değerlendirmedir. Bu kriminolojik araştırmalar içinde, mahkeme önündeki psikiyatrik bilirkişi uygulamaları gibi geçerlidir.

Hiç yorum yok: